Son dönemde sigorta sektörünün belki de en hareketli markası AgeSA… Geçtiğimiz yıl değişen ortaklık yapısının ardından isminden logosuna kadar kapsamlı bir dönüşümden geçen şirket bu süreçte marka konumlandırmasını da yeniledi… Yaşlanma konusuna dikkat çeken Her Yaşta KSS projesiyle son yılların en başarılı çalışmalarından birine imza atan marka, bugünlerde imaj kampanyasıyla dikkat çekiyor. AgeSA imaj kampanyasında büyüklere “büyüyünce ne olacaksın?” diye soruyor… İşte bu hareketli süreç içinde AgeSA Pazarlama ve Strateji Genel Müdür Yardımcısı Roşan Dilek ile bir araya gelerek hem markanın son kampanyasının ardındaki içgörüleri hem de AgeSA’nın yeni dönem stratejilerini konuştuk…
Dilerseniz AgeSA’nın yaptığı çalışmalara geçmeden önce Türkiye’deki emeklilik ve sigorta algısını biraz konuşalım. Özellikle pandemi süreci pek çok noktada bir kırılmaya sebep oldu. Sigorta ve emeklilik anlamında da bir kırılma yaşandı mı? Türk halkı emeklilik ve sigortayı nasıl algılıyor?
Pandemi bütün algılarımızı değiştirdiği gibi sigorta algımızı da değiştirdi ama ben pandemiden önce biraz genel olarak toplumda sigortaya ve bireysel emekliliğe bakışı kısaca özetlemek isterim. Çünkü bu konuda da çok fazla araştırma yaptık. Türkiye’de sigorta algısına baktığımızda öyle bir ürün ki hem bireysel emeklilik hem de hayat ürünleri, elle tutamıyorsunuz, gözle göremiyorsunuz bir ürün var o ürünün de faydası bugüne ait değil. Gelecekte faydasını göreceğiniz bir şey ve gelecekte faydasını deneyimlemek için bugünden aksiyon almanız lazım.
Örneğin emekli olacaksınız, paraya ihtiyacınız var. O an geldi bunu 10 sene 20 sene önce düşünmüş olmanız lazım. Ya da kredi çektiniz ve işsiz kaldınız, kredi borçlarını ödemeniz gerekiyor: Başınıza talihsiz bir olay geldi diyelim. Onu daha önce düşünmüş ve almış olmanız gerekirdi ve bu açıdan bakıldığında sigorta ihtiyaç duyulduğu anda alınamayacak tek ürün diyebilirim. Peki toplumun insanların sigortaya nasıl bir bakış açısı var dersek: Ne yazık ki geçmişten günümüze gelen olumsuz bir mirası var sigortanın. Zaman içerisinde müşterilerimizin yaşadığı deneyimlerle yıllar içerisinde aslında kolektif negatif bir hafıza oluşmuş durumda.
Yani sigortacı ürünü satar sonra ortadan kaybolur ya da sigorta ürününü alırım ama bana yeterince bilgi vermez, ilgileneceğini söyler. Ya da tazminat ödemelerini zamanında gerçekleştirmez. İşte aslında bu negatif algıyı bizim amacımız ve iddiamız da bütün sektörün algısını aslında pozitife çevirmek. Çünkü bakıldığında sigortanın özünde iyilik var. Biliyorsunuz dayanışma üzerine kurulmuş bir sektör ve bu amaçla çıkmış aslında sigorta. İnsanın başına beklenmedik ya da zor bir olay geldiğinde aslında destek olmak. Bizim de bütün amacımız bu.
Sorunuza geldiğimizde peki pandemi buradaki algıları nasıl değiştirdi diye bakacak olursak çok fazla araştırma yaptık. Yeni yeni sigorta bilinci Türkiye’de diğer sektörlere kıyasla gelişiyor. Şunu gördük: Pandemide aslında sigortanın ve sigortacılığın önemini çok daha anladı insanlar. Hatta zaman zaman nakde ihtiyaçları oldu, zaman zaman sağlıkla ilgili sıkıntıları oldu ve iyi ki yaptırmışım diyenler olduğu kadar keşke yaptırmış olsaydım diyenlere de çok rastladık. Bu yüzden de aslında insanların dikkatini çekti ve buradaki pozitif algının oluşmasına da katkı sağladı diyebilirim.
Pazarda genel olarak değerlendirecek olursanız gidilecek yol var mı? Türk toplumunun ne kadarlık bir kısmı sigortalı ne kadarı sigortalanmayı bekliyor aslında şirketler tarafından?
RD: Sigortacılık aslında diğer sektörlere kıyasladığımızda potansiyeli çok yüksek çünkü yine diğer sektörlere kıyasladığımızda aslında çok gelişmemiş bir sektör. Bu tabii elbette ki tasarruflarla ve gelir seviyeleriyle de alakalı Türkiye’deki ama aynı zamanda da bilinç seviyesiyle alakalı. Hep içinde bulunduğumuz ekonomik koşullarda konuştuğumuz biliyorsunuz tasarrufların arttırılmasına ilişkin de bir gündem var. Bu konuda da çok pozitif gelişmeler oluyor.
Bütün bu tasarrufların arttırılmasına yönelik bireysel emeklilik sisteminin aslında cazibesinin arttırılmasına, bilincin arttırılmasına yönelik çok ciddi gelişmeler oluyor. Gelişmiş ülkelerle kıyasladığımızda aslında buradaki hem yönetilen fonların büyüklüğü diye düşündüğümüzde hem de içerideki aslında bireysel emekliliği olan müşteri sayıları gelişmiş ülkelerin çok daha gerisinde. Ama son 3-5 seneye baktığımızda çok ciddi anlamda yol kat ettiğimizi söyleyebilirim.
O yüzden ben özetle aslında çok umut vadeden ve geleceği çok parlak bir sektör olduğunu, elbette doğru algı oluşturabildiğimiz ve doğru ürün ve hizmetlerle müşteriye gerçekten ihtiyacı olan servisler sunulabildiği sürece söyleyebilirim.
Hangi yaş aralıkları sigorta yaptırmaya daha meyilli?
Hangi yaş aralıkları diye baktığımızda elbette bu aslında sigortacılığın özüyle ve insanların düşünce sistematiğiyle, bireylerin geleceği nasıl algıladığıyla da çok alakalı. Biliyorsunuz 18 yaş altı kişilerin de bireysel emekliliğe girişiyle ilgili çok ciddi düzenlemeler oldu ama ağırlıklı bakıldığında 35-45 yaş arası diyebilirim. Bunun da sebebi, insanlar, özellikle bireysel emeklilikten bahsediyorum burada, biraz bu döneme yaklaşmaya başladıkça ve elbette gelir seviyeleri de buna müsait oldukça bunu daha çok düşünüp daha çok satın alıyorlar. Ama burada zaten temel mesele bu: Geleceği şimdiden çok genç yaşlardan düşünüp bugünden de aksiyon almamız gerekiyor.
Gelelim AgeSA’ya. Markaların logolarında bile küçücük değişiklikler yaptıklarında bu çok büyük bir iş yükü ve süreç anlamına geliyor. Siz bununla yetinmediniz, markanın ismini değiştirdiniz, logosunu, konumlamasını değiştirdiniz. Nasıl gerçekleşti bu süreç? Arkasında nasıl bir strateji var?
Geçtiğimiz yılın başında bir ortaklık değişimi söz konusu oldu bu sebeple de zaten logomuzu, ismimizi ve markamızı yeniledik. Ama siz stratejiyi sordunuz. Elbette dediğiniz gibi küçücük bir logo değişimi bile çok büyük bir dönüşüm süreciyken aslında bu bizim şirketimizin girdiği dönüşüm süreciyle çok yakından ilgili çünkü biz işe varlık nedenimizi sorgulamakla başladık. Demin bahsettiğim, sadece AgeSA’ya değil; sigorta sektörüne insanların bakış açısını yeniden şekillendirmek. Bunu sigortayı yeniden algısal olarak tanımlayarak yapmak istiyoruz. Bu amaçla yola çıktık.
Bu nedenle çok fazla araştırma yaptık. Toplumsal, müşteri araştırmaları yaptık. Şirket içerisinde ciddi çalıştaylar düzenledik ve geldiğimiz noktada aslında bizim sigortacılığın özünde iyilik var olduğu, insanlara iyi ki dedirtmenin var olduğu kanısına vardık. Özellikle çok ciddi belirsizliklerin yaşandığı dönemde, ki global olarak da böyle bir dönemden geçiyoruz ama biliyorsunuz hayatın her döneminde belirsizlikler ne zaman olursa olsun çok fazla; insanlara destek olmak, onlara kendilerini güvende hissettirmek ve korumak.
“Ne iş yapıyorsunuz aslında hangi amaca hizmet ediyorsunuz?” diye sorduğunuzda işin de özünde bu var. O yüzden biz de işimizin özündeki iyiliği sunmak için varız mottosuyla yola çıktık. Önce varlık nedenimizi belirledik ve varlık nedeninden sonra da yeni marka söylemimizi, bu ortaklık değişimiyle birlikte tamamen bunun üzerine inşa ettik. Çünkü biz hem insanların kendini koruması hem de kendi sevdiklerini, ailelerini koruması için çalışıyoruz. Yani “iyi ki bunu almışım, iyi ki biriktirmişim” dedirtmek bizim çok gerçekten istediğimiz ve gerçekte onlarda yaratmak istediğimiz algı. Zaten biliyorsunuz günlük söylemde de “iyi ki” çok sık kullanılan kelimelerden biri.
AvivaSA ile AgeSA arasında nasıl farklar var?
AgeSA ve AvivaSA arasındaki temel fark şu diyebilirim: İsim ve ortaklık değişimi. Çünkü demin de ifade ettiğim gibi biz bu sürece bu yola tamamen müşteri odaklı bakış açımız, stratejilerimiz, sektörde yaratmak istediğimiz etki, kendi şirketimiz ve çalışanlarımız için yaratmak istediğimiz etki diye baktığımızda bu yolculuğa 4-5 sene öncesinde başladık. Zaman içerisinde de bütün bu araştırmalar, içeride yaptığımız düzenlemeler, stratejik bakış açımız, müşterilerimizle birlikte tasarladığımız ürünler hizmetler oldu.
Çünkü iyi ki demek ve dedirtmek istiyoruz, işimizin özünde iyilik var diyoruz ama bildiğiniz gibi bunların hiçbirisini sadece söylemle değil, önemli olan söylem değildir, aksiyonlarımızla desteklemek istiyoruz. Bu amaçla yola çıktık. Elbette ki isim değişikliği, ortaklık yeni ortağımız AgeSA, onlar da bizim için elbette bir değişim, rüzgâr, pozitif enerji ve dinamizm kattılar.
Brand purpose meselesini konuştuk. Son birkaç yılın benim gördüğüm en başarılı çalışmalarından biri “Her Yaşta” projesi. Nasıl çıktı bu fikir ortaya? Nasıl bir ihtiyacın üzerinden ilerlediğiniz kampanyanızda?
Her Yaşta projesi de aslında size bahsettiğim bu yolculuğun en temel ürünlerinden biri. Çünkü biz baktığımızda yaptığımız iş aslında emeklilik, nüfus ve insanları korumaya ilişkin. Dolayısıyla istatistiklere de çok hakimiz. Toplumdaki değişime baktığınızda Türkiye çok hızlı yaşlanan bir toplum, hatta şu anda yaşlı bir toplum. Rakamlara baktığınızda zaten bütün dünyada uluslararası kabul gören göstergelere göre 65+ nüfus toplam nüfusun yüzde 7’sine ulaştığında “yaşlı”, yüzde 10’a ulaştığında da “çok yaşlı” kategorisine giriyor ve Türkiye’deki rakama baktığımızda da bu geçtiğimiz sene yüzde 9.7 idi, 2025’te yüzde 11 olması bekleniyor. Yani biz aslında o yaşlılık sınırını da geçmiş ve çok yaşlı bir toplum olma yönünde ilerliyoruz.
Yaşlılık aslında insanın hayatında çok önemli bir dönem. Ama baktığınızda yaşlılıkla ilgili, yaşlanmayla ilgili aslında ne çok fazla araştırma olduğunu, hem bireysel hem toplumsal hem de ekonomik olarak buna hazır olmadığımızı görüyoruz. O yüzden de bu alanı sahiplenmek istedik. Bu alanda önce bir farkındalık yaratmak, arkasından da buna yönelik projeler geliştirmek istedik. Ama temel unsurlardan bir tanesi de şuydu açıkçası: Emeklilik işi yapıyoruz ve biz aslında insanlarla bir yolculuğa çıkıyoruz. İnsanlarla çok uzun bir süreli bir ilişki kuruyoruz müşterilerimizle. 10, 20 sene belki daha fazla bizimle bir yolculuğu devam ettiriyorlar ve emeklilik anı geldiğinde aslında tabiri caizse bir sudan çıkmış balığa dönüyorlar. Çünkü birey olarak hazır olmadığımız gibi toplum da buna hazır değil.
Çok ciddi ayrımcılık var yaşlılara ilişkin. Ekonomik sıkıntılar var. Eğer emeklilik sistemi içinde değillerse veya bireysel emeklilikleri yoksa da varsa da ciddi ekonomik zorluklar çekebiliyorlar. Ama bunun dışında da gerçekten sosyal ayrımcılığa maruz kalıyorlar çünkü birtakım kalıplarımız, yargılarımız var. Yani özetle yaşlılıkta hayat gerçekten kolay değil. Bizim de amacımız önce burada bilinci oluşturmak ve yaşlılıkla ilgili, hem yaşlılığa insanların hazırlanmasını sağlamak hem de yaşlılık döneminde gerçekten hayallerini gerçekleştirmelerine yardımcı olacak bilinci ve projeleri hayata geçirmekti. Proje bu şekilde ortaya çıktı.
Türkiye’nin Yaşlılık Tahayyülleri ve Pratikleri Araştırması ne dedi size? Sonuçları neler söyledi?
Araştırmanın sonuçları gerçekten çok çarpıcıydı. Sonuçlara baktığımızda bu arada bunlar hem 65 altı hem üstü bireylerle çok yaygınlaştırılmış bir şekilde Türkiye’de 12 farklı ilde ve çok yüksek sayıda katılımcıyla yapıldı. Baktığımızda birinci ortaya çıkan unsur biz yaşlılığa hazır değiliz ve korkuyoruz. Yaşlanmaktan korkuyoruz. Gelecekle ilgili kaygılarımız çok yüksek. Ekonomik olarak hazır değiliz çünkü baktığımızda emeklilerin yüzde 71’i çalışmayı tamamen bırakıyor bir yandan.
Bunun dışında yaşlı bir erkek ya da kadın için hangileri uygun değil diye sorduk, o hareketli yaşam tarzı, insanların hayallerini gerçekleştirmesi, bütün bunlar bile uygun görülmüyor. Mesela gece dışarı çıkmak, eğlenmek olabilir. Yalnız seyahatlere katılmak… Buradan da aslında şu ortaya çıkıyor: Bırakın toplumun yaşlıları kategorize etmesini, yaşlıların da belli kalıpları var. Yaşlı dediğimiz kişi daha çok evde oturur, yalnız vakit geçirir, elini eteğini her şeyden çeker, kendi izole bir şekilde yaşar… Böyle açıkçası bir algı var. Bütün bunları gördük ve insanların yaş ayrımcılığına maruz kaldığını da hep birlikte yaşadık biliyorsunuz. Nasıl aslında farklı algılandıklarını ve ayrımcılığa maruz kaldıklarını diyebilirim.
Bir başka konu da aslında sağlık sorunları. Çok izole yaşıyorlar ve birtakım sağlık sorunlarıyla baş ediyorlar. Bütün bunlar aslında bizim projemizi şekillendirmemize yardımcı oldu diyebilirim.
Araştırma sonuçlarını globaldeki verilerle mukayese ettiğinizde nasıl farklar çıkıyor ortaya? Özellikle Batı’da da bizdeki algıya paralel bir algı var mı yoksa orada farklı bir durum mu söz konusu?
Hep yaşlanmaktan bahsettik başından beri. Aslında yaşlanmanın, Türkiye’de elbette ciddi bir sorunken çok doğal bir süreç olduğunu vurgulamalıyız. Bunun bir sorun olmaması için global örneklere de baktığımızda refah seviyesinin çok önemli olduğunu görüyoruz. Yani bu zenginleşmiş toplumlarda refah düzeyi yüksek toplumlarda bu şekilde değil elbette. Ve sadece ekonomik olarak da bahsetmiyorum: Hukuk sisteminden, sağlık sisteminden, belediyeler, yerel yönetimler, yaşlı dostu kentler…
Tüm bunlara hazır olmamaktan bahsediyorum. Dolayısıyla globale baktığımızda burada tabii ki ülkeden ülkeye çok temel farklılıklar var ama refah seviyesi yüksek toplumlarda bu elbette Türkiye’dekine göre çok daha farklı ele alınıyor ve farklı pratiklerle karşılaştırma imkânı bulduğumuzda bunu da gördük. O yüzden oradaki algılar daha farklı diyebiliriz.
Çocukluğumdan beri benim duyduğum, “Türkiye çok genç bir ülke ve Avrupa’nın en genç ülkesi” unvanına sahipti. Ancak araştırmanız da bize gösteriyor ki hayır o gidişat böyle sürmeyecek… Peki siz bu araştırma sonuçları ardından kampanya içerisinde neler yaptınız? Hangi adımlarla kurguyu oluşturdunuz?
Bu çok önemli bizim için. Çünkü bunları tespit etmek önemli olmakla birlikte bu tespitlerden yola çıkarak gerçekten aksiyon almak, insanların hayatına dokunmak, farkındalık yaratmak bizim için önemliydi. Öncelikle işe farkındalık dedik, ben bu araştırmanın sonuçlarını söylüyorum ama böyle bir farkındalık da yok aslında ve toplumun gündeminde bile değil. Demin dediniz ya biz hani genç toplum olarak algılanıyoruz diye… Onun için bizim için önce farkındalık yaratmak önemliydi. Oradan başladık. Daha büyük daha insanların hayatına dokunacak farklı projelerden önce ve “Her Yaşta” portalımızı kurduk. Sosyal medya hesaplarımızı hayata geçirdik ve Yaşı Yok farkındalık kampanyamızla yaş ayrımcılığına hayır dedik.
Yaşlılıktan bahsediyoruz ama insanların hayatında yaşla ilgili dönemler ve onlara ilişkin ayrımcılık çok kalıplaşmış aslında… “Çocuktur anlamaz”, “o genç zaten aklı bir karış havada” ya da yaşlanınca “ununu elemiş, eleğini asmış” hatta bir parça daha kırıcı tabirleri de biliyorsunuz. O yüzden bu tabuları yıkmayı amaçladık. Hangi yaşta olursa olsun genç çocuk yaşta da önce dilimizden başlamalıyız dedik ve bu sosyal medya öncelikli olmak üzere çok ses getirdi. Çünkü eğer dilimizi kısıtlamazsak o zaman hayattaki aksiyonlarımızı da bu bakış açısıyla değerlendirebiliriz.
Arkasından yardım ve bağış kampanyaları, özellikle yoğun bir pandemi döneminde aslında özellikle yaşlıların hayatına sivil toplum örgütleri ve yerel yönetimlerle iş birlikleri yaparak dokunduk. İhtiyacı olanlara sağlık kolisinden hijyen veya sağlıkla ilgili ihtiyaçlarını giderdiğimiz desteklerde bulunduk. Ama en çarpıcı gördüğüm burada hep yalnızlık ve izolasyon diyoruz ya, o dönemlerde yerel yönetimlerle iş birliği içerisinde psikolojik destek de verdik yaşlılara. Uzmanlarla birlikte onlara ulaşarak, herkes evindeyken aileleriyle bile görüşemedikleri bu dönemde o sosyal ve psikolojik desteği verdiğimizde aldığımız geri dönüşler de aslında çok önemliydi.
Ve daha uzun vadede etki yaratacak konu da, biz sivil toplum örgütleriyle iş birliği yaptık. Her Yaşta fonunu hayata geçirdik ve sivil toplum örgütlerine hibe desteği sağladık. Burada da yola çıkarken gördük ki sivil toplum örgütlerine de yeni bir perspektif sağlamış olduk. Bu konuda evet çalışan STK’lar var ama konu yaşlılıkla ilgili genelde huzurevleri, evde bakım ya da sağlıkla ilgili sorunlar çerçevesinde sadece ele alınıyordu. O yüzden de bu, bu arada çok yoğun talep oldu hani biz belli bir finansal destek öngörmüştük ama bunu talep üzerine iki katına çıkardık ve ilk olarak 4 STK’ya 5 proje için 400 bin liralık hibe desteği sağladık. Bunların arasında Alzheimer Derneği var, yerel yönetimlerle yaşlı dostu şehirler yaratmaya yönelik birtakım projeler gerçekleştirdiler, eğitimler düzenlediler. Yaşlıların en önemli sorunlarından bir tanesi olan Alzheimer’a yönelik simülasyonlar tasarladılar.
Toparlayacak olursam STK’lar üzerinden de bu projelere hibe desteği sağlayarak Her Yaşta fonunu biz hem hayata geçirmiş olduk hem de bundan sonrası için bu fonla birlikte sürdürülebilirliğini sağladık. Yani bir kerelik bir hibe desteği olması yerine sürekli fark yaratabilmek için bu projelere de hibe desteği sağlıyoruz. Ve son olarak da bir kitap yayınladık. “Her Yaşta Dolu Dolu Yaşa”. Bu kitaptaki amacımız: Diyoruz ya “hazır değiliz,” en önemli araştırma sonuçlarından biri buydu; sosyal, psikolojik, ekonomik ve fiziksel olarak tabii ki, fiziksel iyilik hali de çok önemli, burada bir rehber olmayı amaçladık ve bu çerçevede hazırlanmaya ilişkin insanlara daha yaşlanmadan önce yol gösterecek birtakım içeriklere yer verdik.
Bunun dışında da yaşlanmış olmasına rağmen hayatını dolu dolu yaşayan örneklerin ilham olacağını düşündük. Kitap hala satışta hatta ilk baskıdan sonra ikinci üçüncü basımlarını umarım gerçekleştireceğiz ve kitabın gelirleri de elbette STK’lara bağışlanacak.
Böyle güzel bir kampanya olunca sormak gerekiyor: Sonraki aşamaları neler olacak?
Her Yaşta projesi kapsamında, biz bu alana çünkü başlayalı bu projeye en az 3 sene oluyor ve adım adım, bir nevi ilmek ilmek işleyerek bugünlere getirdik ve kısa dönemli bir şey olarak bakmıyoruz, bundan sonrasında da hep hayatımızda olacak ve devam edecek. Nasıl devam edecek sorusunda da fon kurmuş olmak en önemli güvencemiz diye düşünüyorum ve burada desteğimize devam edeceğiz.
Kanaat önderleriyle ve dijital mecralarda hem farkındalık yaratmaya hem de insanların hayatına dokunmaya yönelik projelerimiz de devam ediyor olacak diyebilirim. Bir yandan da tabii çok da teaser vermeyeyim ama içeride aslında birtakım ürün ve hizmetlerimizi de gerçekten buna uygun hale getirmek için, onların hayatına daha iyi dokunmak için çalışmalarımız da devam ediyor KSS dışında diyebilirim.
Son kampanyaya gelelim: Büyüyünce Ne Olacaksın kampanyasına. Çok basit bir soru asında. Ama bu sorunun muhatabı çocuklardır genelde. Bu kampanyada birdenbire bu soruyu yetişkinlere sorulurken görüyoruz. Yetişkinlere sorduğunuzda da ortaya muazzam derinlikli, düşünceye sevk eden bir soru çıkıyor. Nasıl çıktı bu basit ama etkili fikir?
Yaptığımız araştırmalar, müşterilerimizin içgörüleri ve bizim içinde bulunduğumuz deneyimlediğimiz süreç etkili oldu. Çünkü demin de bir parça bahsetmiştim, insanlara gelecekle ilgili geleceği düşündürtmek gerçekten çok zor. Ve bugünden geleceği hayal ettirmek ve o hayale ulaşmak için bugünden bir şey yapmaları için teşvik etmek zorundasınız. Aslında buradan yola çıktı diyebilirim.
Ve elbette ki bizim varlık nedenimiz ve iyi ki üzerine inşa ettiğimiz bir çalışma oldu. 65 yaş üstünden ve yaşlanan toplumdan bahsettik. Emekli olunca ne yapacaksın diye sorduğumuzda aslında zaman zaman bir boşlukla karşılaştık. Herkes emekli olmak istiyor ama “Boş vaktin olacak, bu vakitte ne yapacaksın?” sorusu sorulduğunda aslında insanların bunu çok da hayal etmediklerini, bir hedefe ulaşmak için koştuklarını ama hedefe ulaştıklarında yeni bir dönem başlıyor olmasına rağmen bu dönemle ilgili hayallerinin olmadığını gördük. Bunu düşündürtmek, hayal kurdurtmak istedik. Bunu çocuklara sorulan bir soru üzerinden, beklenmedik bir şekilde yetişkinlere çocukların sormasını sağlayarak bir parça ters köşe bir yaklaşımla onların gerçekten gündemlerine sokmak istedik.
Çünkü hayal ettikleri anda çok farklı profiller var reklam filminde: Sessiz sakin bir hayat arzulayan, motoruna atlayıp gezmek isteyen, farklı şeyleri deneyimlemek isteyen ama bunu bugünden düşünüp hayal etmek ve aksiyon almak bizim için çok kıymetliydi. Buradan yola çıktık diyebilirim.
Reklam filminde çok pozitif bir ton var, yaklaşım var. O da sanırım böyle zamanlarda o pozitivizme ihtiyacımız olduğundan iletişimi daha da etkili bir hale getiriyor.
Hem kıpır kıpır hem eğlenceli hem duygusal olduğu anlar var. Bir yandan da reklam filminin sonunda aslında olumlu duygularla bitirtiyorsunuz. O yüzden bu reklam filmini, elbette marka konumlandırması ve iletişim için yapılmış olmakla birlikte, bir reklam filmi olarak görmüyoruz. Bütün bu çalışmaların sonucu vermek istediğimiz mesajla alakalı ve o mesajın da yerine ulaşmasını arzu ediyoruz en iyi şekilde.
Yeri neresi? Kimleri hedeflediniz bu kampanyayla?
Aslında bütün toplum diyebilirim. Hedef kitle diye bakıldığında az önce bahsettiğim gibi yaş kategorilerinden; belli yaşlara, belli gelir seviyelerine, farklı beklentilere göre kategorize etmek istemiyorum. Çünkü şu anda bireysel emeklilik sistemine bakıldığında her yaşa, yani doğum anından itibaren bunu yapabilirsiniz. Hem her yaşa hitap ediyor hem de her gelir seviyesine hitap ediyor. Çok düşük katkı payıyla sisteme girerek bu hayali gerçekleştirebilirsiniz o yüzden bütün toplum diyebilirim. Ve elbette ki tasarruf alışkanlıklarını değiştirmek, dönüştürmek de en temel arzularımızdan biri.
Kampanya yayınlanalı kısa bir süre oldu ama o kısa süre içerisinde aldığınız geri dönüşler nasıl oldu?
Çok pozitif. Bu arada biz kampanyayı yayınlamadan önce de müşterilerimizden geri bildirimlerini almıştık. Orada da gerçekten çok pozitif, olumlu ve diğerlerinden ayrışan bir özelliği olduğunu belirtmişlerdi. Kısa süre oldu ama bu kısa sürede açıkçası en çok aldığımız geri bildirim bu beklenmedik soruya ilişkin, insanların düşünmeye başladığına ilişkin.
Hatta çevremizden de gördüğümüz, gerçekten çocukların yetişkinlere o soruyu sormaya başlaması ve insanların da düşünmeye sevk ediliyor olması bu anlamda çok keyifli dönüşler aldık diyebilirim. Araştırmalarla da bu dönüşleri zaten daha da detaylandıracağız.
Son olarak şunu da eklemek isterim. Gelecekten bahsettik, pozitif ve olumlu duygulardan bahsettik, gelecek hayallerimizden… Ama bir yandan şunun altını çizmek gerekir: Global olarak da sağlık, ekonomik, her anlamda belirsiz bir dönemden geçiyoruz ve burada dayanışmaya, ki sigortanın özünde de dayanışma var, bu güven duygusuna, gerçekten korunmaya daha çok ihtiyacımız var. Ve bizim de burada temel amacımız sigortanın anlamını ve onların hayatına kattığı anlamı ortaya koyarken gerçekten değiştirmek, dönüştürmek ve “keşke” yerine “iyi ki” dedirtmek…