Tarihin ilk yazılı kayıtlarından dinlere, tüm dünyanın çok sevdiği kitaplara, filmlere kadar ölümsüz olmak insanlığın en büyük derdi ve elbette en büyük hayali oldu hep. Bugün ölümsüz olmak deyince akla Lord Voldemort, Sith’ler, Jedi’lar ve elfler gelse de yazar ve fütürist José Luis Cordeiro çok değil, sadece yedi yıl sonra ölümsüzlüğe dair öne sürülen senaryoların ilk meyvelerini vereceğini, 2045’te ise bugün 50 yaşından genç olan kimsenin yaşlanmayacağını iddia ediyor. Fütüristler Derneği’nin gerçekleştirdiği etkinlikle İstanbul’a gelen ve insanlığın en büyük sorununu yaşlanmak olarak tanımlayan Cordeiro ile bu sayfalarda görmeye alışkın olmadığınız, başta birçok soru ve sorguyla, ancak sonunda “Gerçekten mümkün olabilir mi?” dedirtecek kadar iyimser bir sohbette bir araya geldik.
Ölümün Ölümü”nü (La Muerte de la Muerte) yazarkenki motivasyonunuz neydi?
Yaşlanmak insanlığın en büyük sorunu. Dünya nüfusunun 3’te 2’si yaşla gelen hastalıklar nedeniyle hayatını kaybediyor. Terörizm, iklim değişikliği, kazalar, cinayetler, malaria, AIDS gibi diğer nedenler ise toplamın 3’te 1’lik kısmını oluşturuyor. Yaşlanmak hem insanlığın ortak düşmanı hem de gezegenin düşmanı. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Bildirgesi’nde ilk hak yaşama hakkı olarak belirtiliyor. Bence bu sadece birinci değil, iki üç ve dördüncü sırada da yer almalı, çünkü yaşam olmadan mülk, özgürlük, hiçbir şey olmaz… Bu sadece gençlerin yaşamı değil, yaşı olanların da yaşamını kapsamalı. Kitabımın alt başlığını “Fiziksel ölümsüzlüğün bilimsel olasılığı ve ahlaki savunması” olarak belirledim çünkü hem kitabımda anlattığım hem de hayatımı adadığım mesele, insanlığın en acil sorunu olan yaşlanmayı çözümlemek.
Sizce bundan 30 yıl sonra yaşlanmak nasıl olacak?
Yaşlanmayı tedavi edeceğimizi öngördüğümüz yıl 2045. Şimdikinden daha iyi, daha zengin bir dünyada yaşayacağız. Kıtlık ekonomisinden bolluk ekonomisine geçeceğiz ve daha barışçıl olacağız. Bu aynı zamanda sevgi gibi… Sevdiklerinizi dün olduğundan daha çok, ancak yarından daha az seversiniz. Geçmişten daha iyi bir noktadayız ancak insanlık tarihinin uzun vadeli eğilimiyle insanlık koşulları iyileştirilecek.
Kitabınızda “Uzun Ömürlülüğün Kaçış Hızı” adlı bir grafik var. Bu grafikten bahseder misiniz?
Kitabın önsözünü de yazan İngiliz bilim insanı Aubrey de Grey’in ortaya koyduğu bu fikir kapsamında 2029-2030 gibi, yani sadece yedi yıl sonra hayatta olan herkesin ölümsüz olacağını vurguluyor. Bundan yedi yıl sonra hayattaysanız, hayatta olduğunuz her yıl için yaşamınıza bir yıl daha eklenecek. Şu anda hayatta olduğumuz her yıl için dört ay daha uzun yaşıyoruz. Ancak bu, 2028’e kadar sekiz aya çıkacak ve 2030’da yılda 12 ay olacak. Ancak 2030’da hala tıbbi kontrol altında yaşlanmaya devam edeceğiz. 2045’e gelindiğindeyse saati geri çevirmek, gençleşmek mümkün olacak. İki önemli tarihimiz 2029-2030 ve 2045. Yani her şeyin bugün olduğu gibi ilerlemeye devam ettiği varsayılırsa, 2030 son ölümlü kuşağın ilk ölümsüz kuşağa dönüştüğü zaman olacak.
Peki, zamanın sonu olmayan bir kaynak olduğu bir dünyada yasalar nasıl işleyecek? Bugünün güç aracı olan paranın yerini zaman mı alacak? Bu araç şimdiki gibi belli bir kesimde mi konsantre olacak, yoksa hepimiz için eşit erişilebilirlikte mi olacak?
Birçok noktaya değindiniz… Eğer ölümsüz olursak birbirimize daha iyi davranacağımızı düşünüyorum. Kimse bin yıllık düşmanı olsun istemez. Hatta evrimsel biyolojinin dikte ettiği de bu; uzun vadedeki en iyi strateji iş birliğidir. Bugünden daha iyi, daha etik olacağız. Bundan beş bin yıl önce yamyamlık normalimizdi. Bugün kimse kimseyi yemiyor… Bundan 20 yıl sonra artık hayvanları da öldürmeyeceğimizi öngörüyorum. Besinimizi üretmek için kök hücrelerini kullanacağız ancak bu süreç hayatlarına mal olmayacak. Sözün özü, daha insancıl ve daha “hayvancıl” olacağız.
Teknoloji bu gelişmelerin neresinde yer alacak? Uzun ömrün lokomotifi görevi gören teknolojiler hangileri?
A.B.D. Ulusal Bilim Kurumu “NBIC” kodlu dört teknolojiye odaklanıyor: Nanoteknoloji, biyoteknoloji, infoteknoloji ve bilişsel teknoloji (cognotechnology). Nano atomlar, biyo hücreler, info bit’ler ve cogno nöronlar üzerine yoğunlaşıyor ve bu çalışmalar teknolojinin de gelişmesine neden oluyor. Bundan 40 yıl önce MIT’de (Massachusetts Institute of Technology) okurken veriyi işlemek için 1001 kilobayt hafızalı IBM delgili kartlarını kullanıyorduk. Sonrasında elektromanyetik kartlar icat edildi ve 1000 kilobaytlık hafızaya silinebilir formatta sahip olduk. Sonrasında 1.4 megabaytlık diskler ve en sonunda bugün kullandığımız 1 terabayt hafızalı drive’larımız oldu. Teknolojide bu gelişmeler olurken biyolojide de aynı önemde gelişmeler oluyor. İnsan genomu üç gigabaytlık yer kaplıyor. Yani bir drive’a 333 insan sığdırmamız mümkün.
Bu denli büyük bir veriyi insan beyninin işlemesi mümkün değil. Ancak AI bunu modelleyebiliyor, simüle edebiliyor ve anlayabiliyor. Biyolojinin en önemli sorularından biri protein katlanmasıydı ve çözümü imkansız gözüküyordu. Google’ın bünyesine kattığı DeepMind, AI ile bu soruyu yanıtladı… Singularity Üniversitesi’nin Kurucusu, Google’ın Mühendislik Direktörü, yakın dostum ve 2045 yılını ilk öngören Ray Kurzweil, yapay zekanın beynimizin bir eklentisi haline gelerek yaşadığımız hiçbir şeyi unutmayacağımızı, dilediğimizde baştan izleyebileceğimizi belirtiyor.
Bu denli bir teknolojinin elbette arkadaşımız olmasını istiyoruz, düşmanımız değil… Bu dilekten hareketle yapay zekaya ilişkin regülasyonların geliştirilmesini hedefleyen ve Birleşmiş Milletler tarafından düzenlenecek olan Future Summit ilk kez önümüzdeki yıl New York City’de gerçekleştirilecek. Hem Putin hem de Çin hükümeti yapay zekanın kontrolünü elinde tutan dünyanın kontrolüne sahip olur diyor. Doğru konumlandırıldığı sürece yapay zeka birçok problemin yanı sıra yaşlanmayı da çözümlememizi sağlayacak.
Gelelim sürdürülebilirliğe… Hem bu gelişmelerin ve barışçıl getirilerinin sürdürülebilir kılınması hem de gezegenimizin bugünkü sürdürülebilirlik tanımı göz önünde bulundurulduğunda neler öngörüyorsunuz?
Her ikisi de iyi olacak. Space Odyssey 2001’in yazarı Sir Arthur C. Clarke ile 96 yaşındayken verdiği son söyleşiyi gerçekleştirdim. Bana hala çok anlamlı bulduğum bir şey söyledi: “Her şey akılda başlar”. Eğer yıkılıp yok olacağımızı düşünürsek şüpheniz olmasın ki bu olacaktır. Ancak iyimser, pozitif olur ve bütün problemlerin üstesinden geleceğimize inanırsak daha iyi bir dünya yaratabileceğiz. Daha iyi bir dünya için çalışmaya ve bu şekilde düşünmeye odaklanmalıyız. Sürdürülebilirlik için de durum böyle: 230 yıl önce ünlü ekonomist Thomas Malthus Londra hakkında nüfusun 1 milyona ulaşmasına ve Thames Nehri’nin pisliğine bakarak dünyanın sonunun geldiğini ilan etmişti. Bugün Londra, 12 milyonluk nüfusu ve balıkların bile geri döndüğü temiz bir Thames ile hala hayatta. Eskiden büyükbaş hayvanlarla ürettiğimiz ve sonunun gelebileceğine inandığımız tarım aktivitesini bugün teknolojiyle katlarca arttırdık, arttırmaya devam ediyoruz ve kaynakların tükenebileceğini tahayyül dahi edemiyoruz.
Bence birçok şey 10 yıl içinde Mars’ta yürüyen ilk insanı gördüğümüzde değişecek. Kaydı ve kanıtı olmasa dahi İsa’nın suda yürümesine inanıldığında Hrıstiyanlık’ta yaratılan refah, gitmesi bir gün süren Ay kadar yakın olmayan ve yolculuğu 6 ay süren Mars’a gittiğimizde insanlık olarak geldiğimiz noktanın vurgulanması ve aslında gezegenimizin içinde ülke sınırları olmayan, Carl Sagan’ın deyimiyle soluk mavi bir nokta olduğunu anlamamızla burada yaşanacak. Ölümsüz olduğumuzda yaşadığımız bu soluk mavi noktaya sadece gelecek nesiller için değil, kendimiz için de iyi bakmayı isteyeceğiz.
Stephan Loerke: “Türk pazarlamacılardan öğreneceğimiz çok şey var!”