Kimi liderler sektöre yön verip oyunu değiştirmesiyle, kimileri topluma değer katmasıyla, kimileri ise şirketine büyük bir sıçrama yaşatmasıyla iş dünyasına adını altın harflerle yazdırmayı başarır. Eğer bir lider tüm bunların hepsini başarırsa işte o zaman “efsane” olur… Tıpkı “Turkcell’in efsane CEO’su” Süreyya Ciliv gibi… Bir kıvılcım olarak gittiği Amerika’dan, önce Microsoft Türkiye’ye alev olarak geri döndü, ardından Turkcell’de dümene geçerek yarattığı teknolojik devrimle şirket değerini neredeyse 5 kat artırdı…. “İşin özünde, pazarlama her zaman en önemli faktördü benim kariyerimde” diyen Süreyya Ciliv’in hikayesini, başarılarının ardındaki sırları, onu sıra dışı yapan özelliklerini ve Fırat Demirel’in kaleminden çıkan otobiyografisi “Süreyya Ciliv: Global İş Dünyasında Sıra Dışı Bir Lider” kitabını kendisinden dinledik…
Söyleşi: Ferruh Altun – Nafizcan Önder
“Bir lider; işini iyi bilir, geleceği doğru okur, büyük düşünür ve oyunu geleceğe göre değiştirir” diyor Süreyya Ciliv. Görev aldığı her alanda yarattığı farkla ve oyunu değiştirmesiyle “Turkcell’in Efsane CEO’su” unvanını kazanması ise hiç de sürpriz değil. Tim Cook’un kendisiyle tanışmak için sessiz sedasız Türkiye’ye gelişinden United Nations’a örnek teşkil eden sosyal sorumluluk projesinin altındaki imzasına, pazarlama alanındaki yetkinliğinden hayatındaki dönüm noktalarına ve hatta pişmanlıklarına dek kendi ifadesiyle “inişli çıkışlı” yolculuğuna tanıklık ettiğimiz bu sohbette herkesin ufkunu bir adım öteye taşıyacak söylemleri var Ciliv’in.
Öyleyse sözü bugüne dek yaptıklarıyla pek çok iş insanına örnek olan Süreyya Ciliv’e bırakalım ve onun ilham veren hikayesinde bir yolculuğa çıkalım…
Hayatınızdaki dönüm noktalarını sorsak size, bize hangilerini söylersiniz? Süreyya Ciliv’i bugün bu noktaya getiren önemli isimler, olaylar hangileri oldu?
Hayatıma yön veren isimlerden ilki babam… Beni hiçbir zaman şımartmadı ve her zaman şunu vurgulamaya çalıştı: “Oğlum, bana sakın ha güvenme, git kendini kurtar.” Babamın böyle büyük bir şirketi yok, bu yüzden bütün kardeşlerim gibi ben de kendimi kurtarmak için mental olarak hazırlandım. Babam, kardeşlerime de bana da kendimizi kurtarmak için odaklanmamız gerektiğini söyledi. Bizi dünya çapında işler yapmamız için hep yüreklendirdi.
Evet, babam çok sertti, sevgisini hissetmiyorduk ama şimdi onu anlıyorum ki esasında bizim geleceğimizi çok iyi düşünmüş. Fen lisesine gitmem konusundaki kararımda da babamın etkisi büyük oldu. Fen lisesinde çok akıllı arkadaşlarım vardı ve bu benim için bir güven kaynağı oldu.
Ortaokulda matematikte Türkiye üçüncüsü oldum, ancak bir arkadaşım üniversite matematiği çözüyordu… Bu deneyim, öğrenmenin hiç bitmediğini ve sürekli gelişmeye odaklanmanın önemini kavramama yardımcı oldu.
Takım sporları, bana hem kazanmayı hem de “yenilmeyi” öğretti. Başarıya alışkın olan çocuklar, birinci veya ikinci olamadıklarında kendilerini başarısız hissedebiliyorlar, moralleri bozuluyor. Oysa hayatta inişler ve çıkışlar kaçınılmazdır. O yüzden de yenilmeyi öğrenmiş olmanın çok önemli olduğunu düşünüyorum.
“Turkcell’in Efsane CEO’su” olarak anılıyorsunuz… Hem siz gelmeden önce de pazar liderli olan Turkcell’e hem de telekomünikasyon sektörüne neler kattınız? Süreyya Ciliv dönemi yaşanmamış olsaydı neler eksik olurdu?
Benim buraya transferimde rol oynayan Şerif Kaynar bana “Türk Takımı’nın güçlü bir kaptana ihtiyacı var” demişti. Açıkçası beni en çok motive eden de buydu…
Kişisel özelliklerimden ziyade, Microsoft’tan çok üst düzey bir pozisyondan geliyor olmam bana son derece değerli bir vizyon kazandırmıştı. Yedi yıl boyunca Microsoft’un merkez kampüsünde çalıştım. Kampüs, dört bir yanında internetin olduğu bir yerdi. Orada, elinizdeki bilgisayar veya hatta tabletle kablosuz olarak etrafta dolaşabiliyor, istediğiniz yerden bilgiye bağlanabiliyordunuz. Ve bunun ileride 3G ve 4G gibi teknolojilerle bütün ülkeye yayılacağını biliyorduk. Türkiye’de bunu gerçekleştirme vizyonu beni çok heyecanlandırdı ve gelip hızla bunu gerçekleştirdik.
Geriye dönüp baktığımda Turkcell’le Türkiye’de 35 milyon, diğer ülkelerdeki 37 milyon müşterisini de ekleyince toplamda
72 milyon insanın internete ulaşarak bilgiye ulaşmalarını, bir başka deyişle kendi ceplerinden Oxford’a ulaşmalarını sağladık. Öğrencilik yıllarında bilgiye ulaşmak için Amerika’ya gidip çaba gösteren bir öğrenci olarak bu sonuç benim için çok değerliydi.
Öte yandan ben geldikten sonra şirketin değeri 6 milyar dolardan 28 milyar dolara çıktı ve Turkcell yatırımcılar için önemli bir başarı elde etti. New York Borsası’nda Turkcell’i temsil etme şansına sahip oldum ve iki kez gong çaldım. Daha öncesinde hisselerin düşmesiyle ilgili zor bir dönem yaşamıştı Turkcell ancak, bizim dönemimizde şirketin imajı tam tersine döndü ve dünyada saygın bir şirket haline geldi. Amerika’nın önde gelen yatırımcıları, Turkcell’e yatırım yapmaya başladı.
Tüm bunların yanı sıra, belki de toplumsal hafızamıza yerleşen ilk KSS’lerden birine, “Kardelen”e de imza attınız. Bu efsane proje nasıl doğdu?
Ekonomik başarıyla birlikte, şirket olarak Türkiye’ye ve dünyaya örnek sosyal sorumluluk projeleri gerçekleştirdik. Kardelen projesi bu projelerden biriydi. Türkan Saylan, bana gelerek 2 bin öğrenciye burs verildiğini ve bunu artırıp artıramayacağımızı sordu. Bu program, kız çocuklarını liseye kadar okumalarını sağlayarak erken yaşta evlilikleri engelliyordu ve bence çok kıymetliydi. Ancak ben, bu projenin eksik olduğunu fark ettim. Kızların sadece liseye gitmesi yetmezdi, üniversiteye gitmeleri ve daha iyi işlere koşmaları gerekiyordu. Programı değiştirerek başı örtülü kızlara da burs verilmesini sağladık ve herkese eşit fırsat sunmaya odaklandık.
Kardelen projesi, yılda 10 bin kıza burs vererek birçok kızın hemşire, doktor, mimar, mühendis olmalarını sağladı.
Diğer bir projemiz olan Gönül Köprüsü, doğudan batıya ve batıdan doğuya bir köprü kurmayı amaçladı. Bir yılda denizi hiç görmemiş 100 bin öğrenciyi denizle buluşturduk. Doğulu ve batılı çocuklar birbirlerini tanıyınca düşman değil, kardeş oldular. Bu projelerin arkasında çok güzel hikayeler ve anılar bulunuyor.
Bir başka kıymetli bulduğum projemiz de Erzurum’da kurduğumuz çağrı merkeziydi. Yaklaşık 25-30 kişilik bir denemeyle başladık. Erzurum’da kendi fiber hatlarımızı döşediğimiz için, projenin sonuçlarına bakarak burada bir çağrı merkezi açma fikrine inandık. 25-30 öğrenciyle başlayan pilot proje, zamanla 2 bin 500 kişilik büyük bir çağrı merkezine dönüştü. Bu, Türkiye’de bir ilkti ve aynı zamanda dünyada United Nations’ın örnek projesi haline geldi. Projenin başarısı, gelişmiş bölgelerdeki gelişmişliğin, gelişmemiş alanlara da yayılmasını sağlaması ve fırsat eşitliği yaratması oldu.
Erzurum’un geleneksel ve tutucu bir şehir olduğunu biliyorduk. Ancak bu projeyle ailelerin yaklaşımı değişti. Erzurum’daki aileler kızlarının Turkcell’de çalışmalarına izin verdiler. Böylece bizim çağrı merkezindeki çalışanlarımızın yüzde 60-70’ini kadınlar oluşturdu. Üstelik hiçbir ayrım gözetmeden seçildiler. Bu çağrı merkezi aslında yeni mezunlar için de bir okula dönüştü. Günlük olarak yüzlerce insanla iletişim kurarak stres altında çalıştılar ve bu süreçte büyük problemleri çözme yetenekleri kazandılar. Hızlı düşünme, iletişim kurma ve problem çözme konularında olağanüstü becerilere sahip oldular ve sonradan öğrendim ki bugün bölgedeki en başarılı lider yöneticilerin yolu ilk yıllarında Turkcell’in çağrı merkeziyle kesişmiş…
İnovasyonla aranızdaki ilişki sizin kariyerinizi, iş yapış şekillerinizi nasıl şekillendirdi?
Turkcell’de görev aldığım dönemde Apple ile bir iş birliği vardı. O günlerde Apple’ın dünyadan sorumlu satış müdürü Turkcell’in farklı bir inovasyon şirketi olduğunu, müşteriye odaklı bir şirket olduğunu duyarak Türkiye’ye geldi. Onunla tanıştığımızda Apple’dan çok şey öğrendiğimizi, inovasyona tıpkı onlar gibi çok önem verdiğimizi, birçok konuda yenilikler yapmak üzere çalıştığımızı anlattım. Sonra bana “Süreyya seni inovasyona olan bu tutkunla mutlaka Tim Cook’la tanıştırmamız lazım” dedi ve beni İngiltere’de Tim Cook’un da katıldığı bir toplantıya davet etti. Orada ikimiz için bir toplantı ayarlayacaktı. Ancak tam da belirttiği tarihte benim fiber hatların geçebilmesi için bir belediye başkanıyla konuşmak için Ankara’ya gitmem gerekiyordu. Ben de Tim Cook yerine başkanı tercih etmek zorunda kaldım. Aslında bu seçimim de yine işime ve inovasyona duyduğum tutkunun bir sonucuydu. Nihayetinde de izni aldık ve burada fiber hatlı en yüksek hızda interneti sağladık.
Aradan iki ay geçti, beni aradılar ve dediler ki Tim Cook Türkiye’ye seni ziyaret etmeye geliyor!
Ve biz bir günü beraber geçirdik. O günlerde hem Türkiye ekonomisi hızla büyüyor hem de Tim Cook bizi Türkiye’de parlayan bir yıldız, en değerli partner’ı olarak görüyordu. O gün mağazalarımızı gezdi, biz ona Turkcell’i anlattık ve Tim Cook, Apple ile olan bu benzer yaklaşımımızdan ve ortaya koyduğumuz işten çok etkilendiğini söyledi…
Turkcell’de fark yaratmanızın en temel sebebi sizce neydi?
Turkcell’de 19 tane şirket vardı. Her birinin başına o işi en iyi yönetebilecek adamı bulmak benim bir numaralı önceliğim oldu. O işi en iyi kim yönetecekse önce onu bulmayı ardından bu kararımdan emin olmak için süreç takibini esas işim olarak gördüm hep. Seçilen iş arkadaşlarımın doğru yönde gittiklerine emin olmak ve beni ikna etmelerini istiyordum. Bunun için de onlara “Rekabete karşı avantajınız ne?”, “Fark yaratmak için hangi inovasyonları yapıyorsunuz?”, “Yeni planların ne?”, “Önümüzdeki 2-3-5 yıl içinde neler yapacaksınız?” gibi sorular soruyordum. Çünkü rekabet yerinde durmuyor, sizin de müşterinize daha çok değer götürmeniz, müşterinin diğer alternatiflerine göre fark yaratmanız gerekiyor.
Doğru yönetmediğini düşündüğüm liderlerle de hafta sonları bile çalışıyordum ki o arkadaşlarla doğru yolu bulalım ama eğer sonunda da baktık olmuyor o zaman diyordum ki başka bir lider bulalım arkadaş bizi yönlendirsin. Buradaki tüm değerlendirme sürecini de dataya yani gerçek bilgiye dayanarak yürütüyor; planın pazarı, müşterileri ve ihtiyaçlarını iyi anlayan birileri tarafından oluşturulmasını sağlamaya gayret ediyordum.
Turkcell’de kurduğunuz ekibin büyük bir kısmı bugün çok önemli yerlerde ve onlardan da hala “Efsane Turkcell Ekibi” diye söz ediliyor. Nasıl kurdunuz o ekibi? O ekibi bir arada tutan, bunca başarılı ismin çıkmasını sağlayan nüve neydi?
Türkiye’ye uzun bir aradan sonra döndüm ve gelirken asla kendi ekibimi geütirmek gibi bir düşüncem yoktu. Turkcell’in başarılı bir şirket olduğunu biliyordum ve önceki yönetimin yaptığı güzel işlere saygı gösteriyordum. Dolayısıyla, insanlara olumsuz bir bakış açısıyla yaklaşmadım. Bu insanlar işlerini bilen ve yetenekli insanlardı. Üst yönetimin yanı sıra, tüm ekibi sürece dahil etmeye özen gösterdim. Sadece Turkcell merkezinde çalışanları değil, bayilerdeki çalışanlarımızı da dahil ettim.
Biz dedik ki tarihin kritik bir noktasındayız. Osmanlı matbaayı atlamış bizim interneti atlamamamız lazımdı. O yüzden bize tarihi bir görev düştüğünün bilinciyle yeni bir misyon oluşturduk: Türkiye’ye hizmet etmek. Turkcell’in tüm ülkede teknoloji altyapısını oluşturarak tarihi bir görevi yerine getirmeyi hedefledik. Bunun, ülkemizin geleceği için önemli bir adım olduğunun farkındaydık.
Son olarak, Turkcell’in sadece teknoloji şirketi olmadığını, aynı zamanda insanlara değer verme misyonuna sahip olduğunu düşünüyorum. Herkesin öğrenip kendine güvendiği bir ortam oluşturduk. Turkcell’de dedik ki “işimiz teknoloji ama esas işimiz insan….”
Her insan çok önemli, çağrı merkezindeki çalışanların her birinin, bayilerimizdeki çalışanların benim için, işimiz için çok büyük önemi vardı. Herkes bunu özümsedi insana verdiğimiz değer tüm takıma geçti.
Harvard Business School’da pazarlama eğitimi aldınız. Bir CEO olarak bu eğitim size ne kattı?
Pazarlama bilgisi şirketlerin en önemli aracı. Pazarlamanın odağında müşteri yani insan var. Müşterinin ihtiyaçlarını çok iyi anlayıp onlara en uygun ürünü, en iyi teklifi sunmak gerekiyor. Nasıl bir servis sunmalıyız? Müşteri beklentileri nasıl değişiyor? Biz nasıl değişmeliyiz ve hikayemizi nasıl anlatmalıyız? İnsanlara nasıl değer yaratırız? Rekabete karşı nasıl farklılaşırız? Tüm bu soruların doğru yanıtlarını pazarlama bilgisiyle vermek mümkün.
O nedenle de bir CEO’nun bence pazarlamayı çok iyi anlaması lazım. Aksi takdirde başarılı olmasının çok güç olduğunu düşünüyorum.
Hem Microsoft’ta hem Turkcell’deki kariyerinize baktığınızda “Pazarlama biliyor olduğum için şu adımı attım, bu kadar iyi bilmeseydim o adımı atmazdım” dediğiniz projeler var mı?
İşin özünde, pazarlama her zaman en önem li faktördü benim kariyerimde. Ancak ben pazarlamayı geniş bir perspektifle değerlendiriyorum.
Bir şirketin iki temel görevi olduğunu düşünüyorum. Birincisi, iyi bir ürün ortaya koymaktır. İkincisi ise bu iyi ürünü etkili bir şekilde tanıtarak müşterilerin başarılı ve mutlu olmalarını sağlamak…
Mesela bence Steve Jobs’a sorsaydınız kendisine bir numaralı pazarlamacı diyecekti. Steve Jobs gibi bir pazarlamacının aslında bir teknoloji dehası olmadığını, ancak ürününün ne olacağı konusunda vizyon sahibi olduğunu düşünüyorum. Jobs, ürünleriyle ilgili harika lansmanlar yapabilen mükemmel bir hatip olarak öne çıkıyor. Pazarın nereye gideceğini doğru bir şekilde tahmin ediyordu ve ürünleri buna göre tasarlıyordu.
Pazarlamacının sadece mevcut müşterilere değil, aynı zamanda gelecekteki müşterilere nasıl değer yaratılacağını anlaması önemli. Bu, sadece mevcut talepleri karşılamak değil, aynı zamanda gelecekteki talepleri öngörmek ve buna göre hazırlıklı olmak anlamına gelir. Turkcell’deki hikayemiz tamamen geleceği okuyarak ve büyük düşünerek ortaya çıktı.
Son olarak, liderliğin de pazarlamayla yakından ilişkili olduğunu düşünüyorum. Bir lider, işini iyi bilir, geleceği doğru okur, büyük düşünür ve oyunu geleceğe göre değiştirir. Lider, sadece bugünü değil, aynı zamanda işin geleceğini de yönetebilmelidir.
Gelelim “Süreyya Ciliv: Global İş Dünyasında Sıra Dışı Bir Lider”e… Bu kitap nasıl çıktı ortaya? Fırat Demirel’in teklifini kabul etmenizin ardındaki içgörü neydi?
Bir defa ben kendimi hep çok mütevazı bir aileden gelen ve birçok zorluklarla karşılaşmış bir genç olarak gördüm. Bursla Amerika’ya gittim ve orada da çok sıkıntı çektiğim zamanlar oldu. Benim başarımın esasında tesadüflerin de eseri olduğunu, şans verilirse pek çok gencin bunları başarabileceğini aktarmak istedim. Bir söz var: “Urfa’da Oxford vardı da biz mi gitmedik?” Açıkçası interneti de Türkiye’ye getirmemizin en büyük motivasyonu buydu. Türkiye’den insanlar dünyadaki bütün bilgiye ulaşabilsin, tabiri caizse her eve bir Oxford girsin istiyorduk.
Ortaokuldayken İngilizce bir kitap okumuştum. Kitapta Howard Hughes adında bir adam vardı. Kitabı okuduğumda Küçükesat’ta, Ankara’da oturuyordum. Dedim ki “Ya dünya nerede biz neredeyiz… Benim hiçbir şansım yok buna benzer şeyler yapmak için”. Ama sonra liseye gittim ve kendime güvenim geldi. Aynı, Atatürk’ün hikayesindeki gibi bir kıvılcım olarak gidip ateş olarak dönebilirim diye düşündüm.
Benim hikayemin de gençlerimize moral vereceğini, ümit vereceğini düşünüyorum. Çünkü ben de benzer yollardan geçtim. İnanıyorum ki hayalini kuran tüm gençler, kıvılcım olarak gidip ateş olarak dönebilirler…
Son olarak sizce sizi sıra dışı bir lider yapan şey ne?
Bence ben sade bir insanım, öyle kendimi çok sıra dışı da görmüyorum. Ama beni sıra dışı yapan bir şey varsa insanlara güveniyor oluşumdur. Kendim mütevazı bir yerden geldiğim için, insanları zihinlerine ve gönüllerine göre değerlendiriyorum. Bu ikisi dışında hiçbir kriterim yoktur. Türkiye’nin neresinden gelirse gelsin, dünyanın neresinden gelirse gelsin eğer kalbi temiz, insanlara karşı sevgiyle doluysa, insanların hepsine eşit mesafedeyse, ilimle bilimle insanlara faydalı işler yapmaya çalışıyorsa ben onunla takım arkadaşı olurum. Evet dünyada bir sürü haydut insan var ama bir sürü de çok muazzam iyi insan var. Onlarla iyi bir takım olup güzel işler yapmak benim liderliğimi sıra dışı yapıyor olabilir. Ben inanıyorum ki benim yaptığımı binlerce genç iş insanı da yapacak ve birçok markamız dünyada çok popüler, çok başarılı olacaklar.
Kapak Fotoğrafı: Fethi Karaduman