Son üç yılda 10 bin milyoner, 13 bin girişimci ve iş insanı terk etti ülkeyi. Sadece 2018’de Türkiye’den göç eden insan sayısı 136 binin üzerinde. Dahası gençlerin yüzde 81’i yurt dışında kariyer hayali kuruyor. Hâl böyle olunca her yıl katlanarak artan beyin göçü gelecek Türkiye’sinin önündeki en büyük engellerden birine dönüşüyor… Kendisi de bir göçmen olan Kuşak Araştırmacısı Evrim Kuran, işte bu önemli sorunu yeni kitabı “Onlar Göçtü Buradan”da araştırma verileri ve derin içgörülerle sorguluyor… Kuran ile hem göç motivasyonlarını hem göçmenlerin yaşadığı sorunları hem de beyin göçünü durdurmanın yollarını konuştuk…
Manşetler diyor ki; “Türkiye genç beyinlerini kaybediyor…” Sebepleri aslında herkesin malumu. Fakat ne göç etme kararı alanların kırılma noktalarını ne de geri dönüş mitlerini biliyoruz… Kuşak Araştırmacısı ve Yazar Evrim Kuran da önceki kitabı “Z: Bir Kuşağı Anlamak” ile edindiği içgörüler ışığında yeni göç nesline merak salmış. 2020 Şubat-Temmuz döneminde 9 bölge, 118 ülke, 728 kentte yaşayan 3253 göçmenle kapsamlı bir araştırma gerçekleştiren Kuran, bu kapsamlı araştırmanın verilerini “Onlar Göçtü Buradan” kitabında, bir göçmen olarak edindiği deneyimlerle yorumluyor. Kitabında sarsıcı araştırma verilerini ve yüreğe dokunan göç hikayelerini aktaran Kuran, yeni kavramlarla da tanıştırıyor bizleri…
“Onlar Göçtü Buradan”ı yazma fikri nasıl doğdu? Nasıl bir hazırlık süreciyle ortaya çıktı kitap?
Ben bir kuşak araştırmacısı olarak yıllardır pek çok gençlik araştırması yaptım. Son yıllarda özellikle genç kuşağın ülkeden ayrılma motivasyonunun arttığına dair gözlemlerim vardı. Özellikle iki yıl önce yayınlanan önceki kitabım Z: Bir Kuşağı Anlamak’a konu olan araştırmalarda bu daha da belirginleşmişti ve üçüncü kitapta yeni nesil göç araştırmasına girişmemiz kaçınılmaz oldu. Elbette kendim de bir göçmenim ve yeni nesil göçmen bir çocuğun da annesiyim. Kitabı araştırma-anlatı biçimine oturtmam bu sebeple daha anlamlı ve daha kolay oldu. Bugünün Türkiye’sinde yeni nesil bir göç hareketi yaşanıyor. Ne yazık ki Türkiye’nin yeni nesil göçmenlerinin yaşları giderek düşüyor ve yine ne yazık ki Türkiye’nin yeni nesil göçmenlerinin yetkinlikleri giderek yükseliyor. Bir göçmen ve bir jenerasyon araştırmacısı olarak çıktığım bu yolculukta yüzlerce farklı hikâyeyi doğrudan dinleme fırsatım oldu.
Son dönemde “Türkiye’de mühendislik yapmak yerine Almanya’da kuryeliği seçmek” gibi söylemlerle göç konusu oldukça gündemde. Rakamsal olarak baktığımızda çok ciddi bir artış mı var yoksa bu istek daha görünür mü oldu?
Türkiye’den yurtdışına göç eden kişi sayısı 3 yılda yüzde 97 arttı. Bu yıl Türkiye’de gerçekleştirdiğimiz, 70 binden fazla üniversite öğrencisinin çalışma yaşamına dair ilgi ve motivasyonlarını incelediğimiz araştırmamızda öğrencilerin yüzde 81’i Türkiye dışında kariyer yapmak istediklerini belirtti. Yani, sayısal olarak da ciddi bir artış var ve elbette bu durum görünürlüğe de yansıyor.
Yeni göç neslinde öne çıkan motivasyonlar neler? Neden göç etmek istiyorlar?
Türkiye’den ayrılma kararını vermelerindeki ilk önemli etken ekonomik sebepler. Ülkenin siyasi iklimi, iş olanaklarının yetersizliği, eğitim/gelişim ise öne çıkan diğer sebepler. Bu bulguları, satın alma gücünün gün geçtikçe azaldığı Türkiye’de ekonomiye, siyasal iktidara güvenin azalması olarak yorumlamak yanlış olmaz. İş olanaklarının yetersizliği ise Türkiye’de liyakate dair güvenin ne kadar az olduğuyla doğrudan ilişkili. Bu yıl Türkiye genelinde 100.000’e yakın katılımcıyla gerçekleştirdiğimiz Türkiye’nin En Çekici İşverenleri Araştırmamızda iki öğrenciden birinin, genç profesyonellerin yüzde 60’ının, deneyimli profesyonellerin yüzde 63’ünün Türkiye’de iş yaşamında liyakat kültürü olmadığını belirtmesi, liyakate dair derin bir endişe ve güvensizliği de gözler önüne serdi.
Kitapta “genç düşsüzlüğü” diye bir kavramdan bahsediyorsunuz. Bu kavram neyi ifade ediyor?
Türkiye’de sadece genç işsizliği değil genç düşsüzlüğü sorunu da var. Yani gençler geleceğe dair umutlu değiller ve hayal kuramıyorlar. Geleceğe olumlu atıfta bulunma kabiliyetlerini yitirmişler. Çünkü umutları olsa, ülkenin geleceğinde kendilerine bir yer bulabilseler, buna dair hayalleri olsa böylesi radikal bir karar vermeyecekler.
Gitmek isteyip de şartları olduramayan ya da cesaret edemeyenlerin en çok merak ettiği soruya gelelim: Gidenler mutlu mu, aradıklarını buldular mı?
Araştırma sonuçlarında gelecekte Türkiye’ye dönmeyi düşünenlerin oranı yüzde 42,1 iken, yüzde 39,7’lik bir kesim emin olmadığını, yüzde 18’lik bir kesim ise dönmeyeceğini belirtti. Hangi koşullar değişirse Türkiye’ye geri dönmeyi düşündüklerini sorduğumuzda ise ilk sırayı “Siyasi koşullar” aldı. Demek ki ekonomik sebepler gitmeleri için siyasal ve sosyal sebepler de kalmaları için motivasyon.
Göç edenler en çok hangi konularda sıkıntı yaşıyor?
Göç edenler Türkiye’de en çok “aile ve akrabalarını” (yüzde 43,5) özlediğini söylüyor. Yani, hem fiziksel hem de duygusal bağlamda yaşanan bu bağlantı eksikliği göçmenin en temel sorunu. Kendini tanımlama ve aidiyet konusu da önemli bir mesele. Kendilerini ne gurbetçi ne de göçmen olarak tanımlıyorlar. Kendi içlerinde “Ben kimim, nereliyim, evim neresi” sorularının cevaplarını arıyorlar. Birçoğu “yurtsuzluk” diye tarif ediyor bu durumu. Bir yandan yeni ülkeye uyumlanmaya çalışırken diğer yandan da anayurtta etiketlenen kişidir göçmen. Kalıp mücadele edemedi diye yaftalanmak sıkıntı yaratıyor yeni nesil göçmende. Bu kitaba konu olan araştırmayı yapma sebeplerimden biri buydu. Gitmeyi yüceltmek, kalmayı değersizleştirmek ya da tam tersi yanlılıklarla meseleye bakmanın doğru olmadığını anlatmaya çalıştım. İsterim ki kitaptaki bulgular göçmen dostlarıma yalnız olmadıklarını hatırlatsın, göçmeyi düşünenleri sübjektif yargılarla değil gerçeklerle buluştursun.
Kitapta geri dönüş mitinden de bahsediyorsunuz. Yeni göç neslinde de bu düşünce var mı?
Bir göçmenin kendine en çok sorduğu soru, “Burada ne işim var?” sorusudur. İlk başta mantığıyla hareket eder ama zaman geçtikçe duygusal yaklaşımlar ağırlık kazanır. Hatta göçmenlerde dikey ve yatay olmak üzere ülkeye iki tür dönüş vardır: “Dikey, uçak koltuğunda Türkiye’ye gelmek. Yatay, uçağın kargo bölümünde tabutta yurda dönmek.” Dolayısıyla gelmemek üzere gidenler bile dönme kararı verebilir. Bizim araştırmamızda ise verdikleri karardan memnun olanların oranı yüzde 70’e yakın.
Göçenlerin kendilerini tanımlamakta zorlandığını, kendilerini ne göçmen olarak ne göçtükleri yerin vatandaşı olarak gördüklerini söylüyorsunuz. Göç kararı vermiş biri olarak siz kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?
Kendimi ilk günden beri göçtüğüm ülkeye ait hissedemedim. Bir yandan işlerim sebebiyle Türkiye’ye çok sık seyahat ediyordum; diğer yandan da Kanada’ya uyumlanmaya gayret ediyordum. Bir süre sonra uyumlanma çabasını bıraktım. Benim hikayemi en iyi anlatan Frida Kahlo’nun Elbisem Orada Asılı isimli tablosudur. Frida Kahlo bu eserinde bir dönem yaşadığı ABD ve ana yurdu Meksika arasında bölünmüş hayatını anlatır. Frida’nın sadece elbisesi orada asılıdır; oysa kalbi Meksika’dadır. Tıpkı benim de sadece elbisemin Kanada’da asılı olduğu gibi…
Türkler göç ettikleri yerlerde nasıl karşılanıyor ve nasıl izler bırakıyor?
Bu ülkeden ülkeye değişebiliyor. Ama genel olarak dünyanın çeşitliliğe en önem veren, en göçmen dostu kültürlerinde bile göç ettiğimiz yerlerde kırmızı halıyla karşılanmadığımızı söylemem lazım. Yerel kabuğunu kırıp göçtükleri ülkede iz bırakabilenlerin sayısının da az olduğunu düşünüyorum.
Siz tüm bu göç hikayesini nasıl yorumluyorsunuz? Bunu durdurmak için neler yapılabilir?
Beyin göçü dediğimiz mesele bir entelektüel sermaye erozyonudur. Entelektüel sermaye, bağımsız düşünen yaratıcı zihinlerle büyür ve gelişir. Yaratıcılığı destekleyerek, sadakati değil liyakati alkışlayarak, keşif ve tasarım gücü olan insanlara ihtiyaçları olan özgür ortamı sunarak ve bütün bunların sunulabileceği en temel bağlam olan eğitimi siyasetin gölgesinden kurtararak büyük ölçüde engellenebilir. Vasatlaşmaya dur denmeli. Bunun en önemli adımı da nepotizmle yani kayırmacılıkla mücadele. Nepotizmle mücadele, ülkemizin her kurumunda yetenek yönetiminin en büyük mücadele alanı. Bunun için sağlam bir toplumsal yapıya ihtiyacımız var. Sonra da sadakati veya akrabalık-hısımlık bağlarını değil liyakati esas alan bir yönetim etiğine ihtiyacımız var. Buna sadece yeni nesil yetenek göçünün önüne geçmek için değil, sosyal barışı sağlamak için ihtiyacımız var.