Gazetecilik şüphesiz ki hakikati arayanların mesleği… Şule Aydın da bu yolda yıllardır hem ekranlarda hem de dijital platformlarda hakikatin peşinden koşan isimlerden… Tiyatrocu olma hayaliyle başlayan yolculuğunu, gazetecilikteki samimi ve mizahi tarzıyla birleştiren Aydın, çok da alışık olmadığımız bir yaklaşımla medya dünyasında farklı bir pencere açıyor. “Tımarhanede Bu Hafta” gibi özgün projeleriyle dikkat çeken Aydın, sohbetimizde Türkiye’de gazetecilik yapmanın zorluklarını, kadın olmanın getirdiği mücadeleleri ve basın özgürlüğüne dair düşüncelerini samimiyetle paylaşıyor… Aydın, yaptığı işi çok sevse de “Bu meslek bir delilik hali!” diyor
Gazetecilik kariyerinize nasıl başladınız? Sizi bu mesleği seçmeye iten motivasyonlar nelerdi?
Bazen herkes hikayesinde, hayatında “boncuk” arar, kendini özel hissetmek ister; meselenin hiç öyle büyük laflar kuracağım bir yeri yok, bu meslek bir delilik hali! Beni iten motivasyonu bir yerlerde bulabilirsem bazı kavgalarım var kendisiyle… İşin şakası bir tarafa henüz anneciğimin eteklerinde dolanan bir çocukken hayalim tiyatrocu olmaktı, bunun için lise yıllarıma kadar eğitimler aldım ve o dönem tek motivasyonum konservatuar sınavına hazırlanmaktı ama hayatta bazen hayallerle gerçekler örtüşmüyor, bazı kırılma anları yaşadım, sonra yeni bir yol çizdim. Ve kendimi Radyo Sinema Televizyon bölümünde buldum. Ardından yoğun iş temposunun içerisinde Marmara Üniversitesi’nde gazetecilik yüksek lisansına başladım, tezi hala yazamadım, hocalarıma bu röportaj aracılığıyla selam edeyim, “bi’ gün mutlaka” diye. Özetle anlatmayı, dönüştürmek için o yolda olmayı hep çok sevdim. Kendimi hep televizyon habercisi olarak tanımlıyorum. Haber merkezlerinde staj da yaptım gün geldi haber müdürlüğü de… Ama bu işi yapmamın yola çıktığımda da bugün de tek motivasyonu; hakikatle kavgası olan “erklere” karşı hakikati savunmak, anlatmak.
Gazeteciliği hem dijitalde hem de konvansiyonelde yürütüyorsunuz. İki mecrada aynı anda bulunmak sizi nasıl etkiliyor?
Artık mecraların birbiriyle çok yakından ilişkili olduğu ve birbirini etkilediği bir süreçteyiz. Kuşku yok ki ikisi de ayrı bir dil ve ayrı ritim istiyor. Televizyon hala çok önemli bir güç, henüz dijitalle tanışmamış ya da alışkanlık haline getirmeyenlere ulaşmanızı sağlıyor, besliyor.
Dijitalde işler öyle konforlu değil; yazıyorum, çekiyorum, montajlıyorum. Bu deneyim diğer sahada pratikleştiriyor sanırım. Ama en önemli kısmı YouTube’da yaptığım yayıncılığın patronu benim ve “patronsuz” bir yayıncılığa alışınca koşar adım uzaklaşmak istiyorsunuz bazen, hatta yumuşatmayayım her zaman…
“Tımarhanede Bu Hafta” konsepti nasıl çıktı ortaya? Siz buradaki yayıncılığınızı nasıl tanımlıyorsunuz?

O dönem çalıştığım kanaldan (Halk TV) istifa etmiştim. Bir süre bir başka kanalda çalışmak istemedim, dinlenmek ve izlemek istedim çünkü haber hızlı temposunda sizi yoran ve daha önemlisi öğüten bir şey. Her şey çok hızlı tüketiliyor; duygular da gerçeğin kendisi de.
Ara verdiğim o dönemde ekranda “elimi ve dilimi” bağlayan her şeye bir dakika diyebileceğim bir formül arıyordum, işte o zaman “Tımarhanede Bu Hafta” çıktı. Haberciliğin bir tarafı yaşadığın döneme tanıklık etmek ve not düşmek – kayda geçirmek. Ben bunu kendi dilimle, Şule gibi yapıyorum ve bugünün arşivini biriktiriyorum.
YouTube da artık konvansiyonel medya gibi önemli bir yayın organı haline geldi. Burada da fazlaca haber üretiliyor ve tüketiliyor. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Siz dilediğiniz kadar baskı kurun, sessizlik isteyin ve yasakları rutin hale getirin; gerçek yürüyor. Ve bugün o gerçeğin fışkırdığı yer YouTube. Kimse şüphe etmesin ki yarın orası da bu zordan nasibini alsa, gerekirse duvarlara yazılır; yine herkes kendi üslubuyla gerçekleri aktarır.
Marketing Türkiye’nin “YouTube Rating Report” endeksine göre, en çok abonesi olan, en çok izlenen gazeteciler listesinde sadece 4 kadın gazeteci bulunuyor. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu sonuç aslında sadece gazeteciliğin değil, hem Türkiye’de hem de dünyada kadınların kendisini var edebilme mücadelesiyle ilgili. Başarılı bilim kadınları, kadın sanatçılar, kadın sporcular çoğaldıkça gazetecilik de bu çoğalmadan nasibini alacaktır. Bugün herkesin sustuğu, sindiği bu karanlık dönemde barikatların karşısında, sokaklarda mücadele eden sadece kadınlar var.
Türkiye’de kadın gazeteci olmanın zorlukları neler? Siz işinizi yaparken bu zorlukları nasıl aşıyorsunuz?
Misal, bu soruya muhatap olmaktır… Cinsiyetin değil de aklın ve yeteneğin liyakata esas olduğu bir ülkeyi umarım hep beraber kuracağız.
Türkiye’de her yıl giderek sertleşen bir iklim görüyoruz. Basın özgürlüğü konusunda sizin yıllar içerisindeki gözlemleriniz neler oldu? Son dönemdeki gelişmeler hakkında neler söylemek istersiniz?

Benim için, aktörleri değişen aynı senaryolu filmi defalarca izlemek gibi maalesef. 22 yıldır hayatımızın orta yerine hukuk terimleri, iddianameler ve cezaevi denklemi oturdu. Halbuki tek derdimiz bu toprakları daha yaşanılır, daha adil ve daha mutlu insanların olduğu bir ülke haline getirmek. Bu hasretimize evrensel gazetecilik kriterleriyle ulaşmak için çabalıyoruz. Ama iğneyi kendimize de batırmak zorundayız; Özlem Gürses evinde bileğinde kelepçe ile gazetecilik yapmak zorunda kaldıysa, Halk TV’nin önünden gazeteci arkadaşlarımız gözaltına alınabiliyorsa üstelik Türkiye’de en çok izlenen bir haber kanalının Genel Yayın Yönetmeni Suat Toktaş tutuklanabiliyorsa bunlar uzun zamana yayılan bir sessizliğin, teslim oluşun sonuçları; meslek örgütleri, gazeteciler şapkayı önlerine koyup düşünmek zorunda. Kınamaktan yorgun düşmenin ötesine geçilmek zorunda.
Bundan 20-30 yıl sonra sizce bu dönem hem ülke gündemi hem de gazetecilik mesleği açısından nasıl anılacak?
Ben artık “iyi ve kötü insanlar var” diye sınıflandırıyorum bu süreci. İyi insanların direndiği, kötü insanların ise zulme ortak olduğu bir dönem yaşıyoruz. Bir karamsarlık duygusuyla da söylemiyorum bunu çünkü şu unutulmasın, tarih bize öğretmiştir ki; dönüp dolaşıp iyiler kazanacak. “Bu dönem” dediğinizde bu röportajı okuyan herkesin gözünün önünde film şeridine dönecek şüphesiz sayısız olay var; ama ben bu karanlık dönemi yakın zamanda yaşadığımız deprem olayıyla özetlerim. Kimse unutmasın; bu ülkede beton yığınları arasında yardım beklerken saçlarını yolarak can verdi insanlar. Ve “aman kimse eleştirilmesin” diye bant daraltması uygulandı. Enkaz altında yaşadığını hala bir mesajla duyurabilecek, haber verebilecekler varken, tüm yardımlar sosyal medyada örgütlenirken iletişimi yavaşlattılar. İşte bu kötülüğün arkasına hizalananlarla karşısında duranların dönemi bu dönem.
Türkiye’de gazetecilik yapmak sizin kişisel hayatınızı nasıl etkiledi? Bu mesleği seçtiğiniz için pişmanlık duyduğunuz anlar oldu mu?
Mesela hiç özelim kalmadı; tüm banka, telefon şifrelerim en az üç arkadaşımda var! Neden, çünkü her an Silivri bana kollarını açabilir, hazırlıklı olmalıyım. Taksitle bir şey alamıyorum, aman sonrasında aileme sıkıntı olmayayım! Neden, çünkü her an Silivri bana kollarını açabilir. İşin şakası bir tarafa, tımarhanede olduğu gibi bitireyim; ez cümle daire kapıma kadar gelen tehditlerle karşı karşıya kaldım ama hiç pişmanlık duymadım; direnen iyi insanların tarafında saf tutmaya çabalıyorum, inatla!